Monday, May 28, 2007

ABD’NİN KUZEY IRAK POLİTİKASI ve TÜRKİYE’NİN ÇIKARLARINA ETKİLERİ


Şanlı Bahadır Koç
ASAM ABD Uzmanı
sbkoc@asam.org.tr
ABD’nin Irak’taki yeni güvenlik planıyla beraber sonbahara kadar anlamlı bir ilerleme elde edilemezse, bazı Cumhuriyetçileri de kapsayabilecek iç muhalefet, Bush yönetimi için dayanılması güç boyutlara ulaşabilir.1. Bu nedenle ABD’nin Irak’a yönelik politikasında sonbahardan sonra bazı temel değişimler beklemek yanlış olmayabilir. Muhtemelen bu politika değişikliğinin K. Irak’la ilgili de önemli yansımaları olacaktır. Bu makale, K. Irak’a yönelik ABD politikalarını ve bunların Türkiye’nin çıkarları üzerindeki etkisini tahlil ve tahmin etmeye çalışacaktır. Bu çerçevede ABD’nin muhtemel bir Kürt devleti, Kerkük, bölgedeki askeri varlığının geleceği, petrol gelirlerinin paylaşımı, olası bir Türk askeri harekatı ve PKK’nın bölgedeki varlığı gibi konulardaki çıkarları, politikaları ve seçenekleri irdelenecektir.
ABD Politikasının Analizinde Dikkate Alınması Gerekenler
ABD’nin K. Irak ile ilgili politikasını analiz ederken bu politikanın farklı boyutları olabileceğini düşünmek doğru olabilir:
a-Yönetimin üst kademelerinde kararlaştırılan politika,
b-İlan edilen politika (declaratory policy),
c-Uygulamada gerçekleşen politika,
d-ABD’de “bazı çevreler”in yürüttüğünden şüphelenilen politika,
e- Diğer tarafların ABD adına rasyonel olduğu düşündüğü politikalar..
Gözardı edilmemesi gereken diğer seçenek ise, ABD’nin bölge ile ilgili kapsamlı, rasyonel, tutarlı ve uzun soluklu bir politikası olmaması ihtimalidir.
ABD dış politikası diğer bir çok ülkede olduğu gibi değişik kurum ve bireylerin katılımı sonucunda ortaya çıkmaktadır. Kurumlar sorumlulukları, kabiliyetleri ve kültürlerindeki farklılıklar nedeniyle aynı konuya oldukça değişik açılardan bakabilmektedir. K. Irak konusunda da durumun böyle olduğunu varsaymak yanlış olmaz. Bu nedenle ABD’nin K. Irak’a yönelik politikasında gizli, muğlak, çelişkili, zaman içinde değişen ve uygulamaya tam olarak başarıyla yansıtılamayan boyutlar bulunması şaşırtıcı olmamalıdır. ABD’nin K. Irak’la ilgili çıkarlarının çok çeşitli olması, bunların muğlaklığı, kendi içindeki çelişkileri, diğer birtakım gelişmelere bağlı olması ABD politikası için çok net ifadeler kullanılmasını güçleştirmektedir. Bu nedenle çıkarsama ve spekülasyon yöntemleri ister istemez devreye girmektedir.
ABD’nin Resmi Politikaları, Uygulamaya Geçirilenler ve Düşündürdükleri
ABD’nin K. Irak ile ilgili açıklanan politikası ve amacı bölgenin Irak’ın federal bir parçası olarak kalması şeklindedir. ABD’nin resmi açıklamalarında bu çizginin dışına çıkılmamıştır. Ancak ABD’nin işgalden sonraki uygulamalarının resmi söylemdeki amacın çok dışında sonuçlar verebileceği de görülmüştür. Bu uygulamalar şöyle sıralanabilir: Anayasadaki hükümler yoluyla ve hükümetin yapısı itibarıyla Kürtlere sayısal durumlarının gerektirdiğinden daha fazla güç kazandırılması, Türkmenlerin siyasi süreçten büyük ölçüde dışlanması, Kerkük’ün ağırlıklı olarak Kürtlerin kontrolüne verilmesi, buradaki demografik dengenin Kürtler lehine değişmesine göz yumulması, referandumun tarihi, gerekliliği ve meşruiyetinin sorgulanmasından kaçınılması.
Washington’un kendisi de ilan edilen hedefler ile gerçekleşenler arasındaki çelişkinin farkında olsa gerektir. Bu çelişki, ABD’nin bölgeyle ilgili gizli bir gündemi olduğunu kanıtlamaya tek başına yetmese ve Irak’ın bölünmesinin kaçınılmaz olduğunu göstermese bile, Türkiye açısından tedirgin edicidir. Aslında ABD’nin uygulamada yapacağı bazı değişikliklerle K. Iraklı Kürtlerin bağımsızlığına giden yolları tıkaması halen mümkündür. Ancak bu yönde yapılacak bir değişiklik için zamanın sınırlı olduğu görülmektedir. ABD yönetimi dışında prestijli bazı kurum ve kişiler de (Uluslararası Kriz Grubu, Baker-Hamilton Komisyonu) Bush yönetimini bu konuda uyarmışlardır. Ancak Bush yönetiminin içinde ve yakınındaki bazı kişilerin de Irak’ın bölünmesi ihtimali ile bunun risk ve maliyetlerini küçümsediklerinden, hatta belki de böyle bir gelişmeyi arzuladıklarından ve bu amaç için çaba sarf ettiklerinden şüphelenilmektedir. Washington’da Kürt devleti isteyenler, buna aktif olarak karşı olanlar ve Kürt devleti istemedikleri halde buna razı olacak kimseler olabilir. Hatta böyle bir devleti istediği halde bu yönde ısrarcı olmayacak değişik kişi ve gruplar da varolabilir.
Diğer taraftan, ABD açıkça ifade etmese de, yeterince güçlü kırmızı çizgiler çizmeyerek, K. Iraklı Kürt liderlere ve Kürt halkına bağımsızlığın ciddi bir ihtimal olduğu hissini vermiştir. Bunun dışında, gizli olarak Kürt liderlere belli şartlarda ve belli bir zaman içinde bağımsızlıklarına destek verileceği sözü verildiği de iddia edilmektedir.
ABD uyguladığı politikalarla Kürtlerle yakın ilişkisini koruyarak şu amaçları güdüyor olabilir:
1- Kendine yardım edenleri ödüllendirdiğini göstermek,
2- Irak macerasından geriye K. Irak’ta bir “başarı hikayesi” bırakmak ve yapılan harcama ve fedakarlıkların “tamamen boşa olmadığını” kanıtlamak,
3- Irak’ın geri kalanında kalıcı üslerin varolması şansının giderek azalması nedeniyle bu iş için Kuzey Irak’ı hazırlamak,
4- Dünyadaki petrolün yüzde 3 ya da 4’üne karşılık geldiği söylenen K. Irak petrolünü kendi kontrolüne almak2,
5- Kürtler konusunda geçmişte yaptığı hataları bir ölçüde telafi etmek,
6) İsrail’den sonra Orta Doğu’da koşulsuz olarak kendisine dost olacak yeni bir devlet yaratmak,
7) Türkiye ve bölgeye komşu diğer ülkeleri, Kürt kartı sayesinde ABD politikalarına karşı daha “yapıcı” olmaya sevk etmek.
Pek tabii buradaki amaçlara ulaşmanın bedeli, riskleri ve zorlukları da vardır. Kesin olan şudur ki, Amerikalılar Kuzey Irak’ı, Irak’ta varolabilecek olumlu şeylerin kanıtı ve modeli olarak görmektedir. Kuzey Irak’ın güvenlik, ekonomik faaliyetler, etnik ve dini gruplar arasındaki ilişkiler açısından diğer bölgelere göre daha iyi durumda olması Amerikalıların bu düşüncesini desteklemektedir. Buna karşılık Kürtlerin idaresindeki demokrasi sorunları, yolsuzluğun yaygın olması ve azınlıklara kötü muamele gibi eleştiriler yeterince dikkate alınmamaktadır. Oysa Kuzey Irak’ta Kürtler dışındaki etnik grupların daha fazla problem yaratmamalarının nedeni durumdan memnun olmaları değil, Kürt yönetimine direnmek için kendilerini yeterince güçlü hissetmemeleridir. Peşmerge kuvvetlerinin sayı, örgütlenme, eğitim ve moral olarak iyi durumda olmaları bölgedeki direnişin şiddetini sınırlamıştır.
ABD’nin Kuzey Irak politikasında etkisi aranabilecek bir diğer husus, İsrail’in durumudur. Zira, Amerikalı karar alıcılar “İsrail için ne iyidir” sorusunu genel olarak ciddiye almaktadır. Irak’ın bölünmesinin İsrail için de bazı önemli problemler yaratabileceği iddia edilmektedir. Ayrıca, Kürtlerin en azından bir süre daha Irak’ın içinde kalıp burada veto güçlerini kullandıklarında ABD ve İsrail açısından daha “faydalı” olabilecekleri de iddia edilebilir. Ancak yine de, İsrail devletinin ve İsrail’e yakın çevrelerin Irak’ın bölünmesini engellemek için ciddi çaba harcadıkları ve Kürtlere bağımsızlığı yönelmemeleri için telkinde bulunduklarını söylemek kolay değildir.
ABD Açısından Kürt Devleti Kurulmasının Bedelleri ve Mahsurları
Irak’ı bölmek ABD’nin resmen ilan edilmiş bir politikası değildir. Ama bu gerçekten arzu edilmiyor da olsa, uyguladığı politikaların böyle bir sonucu olabilir. Ayrıca, yönetimin içindeki ve yakınındaki bazı grupların Irak’ın bölünmesi gibi gizli bir gündemlerinin olması imkânsız değildir.
Irak’ta bölünme değişik şekillerde gerçekleşebilir. Ülke kesin olarak üçe veya ikiye bölünebileceği gibi, kağıt üzerinde tek ama pratikte birden fazla parçaya da bölünebilir. Kürtler ülkeden tamamen koparken, Şii ve Sünniler aynı ülkede kağıt üzerinde birlikte ama uygulamada farklı konumlarda yaşayabilir. Ancak Irak'ın bölünmesi çözümden daha çok, sorun yaratacaktır. Bütün büyük şehirler karışık nüfusa sahiptir. Ülkenin bölünmesi buralarda akan kanın kontrol edilemez hale gelmesi ve milyonlarca insanın etkileneceği çok büyük çaplı etnik temizlikler yaşanması anlamına gelebilir. Ülkenin bölünmesi yine, petrolün paylaşımı ve pazarlara güvenli bir şekilde ulaştırılması sorununu daha da karmaşık hale getirebilir. Bölünmeden sonra ortaya çıkacak yeni devletlerin istikrarlı, barışçı, demokrat ve müreffeh olacaklarına dair umutlar beslemek zor olabilir. Kürt devleti başta Türkiye olmak üzere komşu ülkeler için, Sünni devleti ise başta Ürdün olmak üzere Sünni Arap devletleri için, Şii devleti de Şii nüfus barındıran birçok bölge ülkesi için yeni problemler ortaya çıkarabilir. Bölünmeden sonra ya da bölünme sırasında komşu ülkelerin açık ve gizli müdahalelerini önlemek ABD için daha da zorlaşabilir. 3 Sünni üçgeni tam bir terör üretim merkezi haline gelebilir. Eğer ABD bir Kürt devletine açık ve dolaylı olarak destek verirse bu durumda Şiilerin de kendi devletçiklerini kurma ihtimali oldukça artar. Petrolden pay alamayan bir Sünni devleti Şiilerin suyunu kesebilir. Türkiye kendi iç işlerine karışacak bir Kürt devletinin suyunu, elektriğini ve dış ticaretini kesebilir.
Bu komplikasyonların yanısıra olası bir Kürt devletinin ABD için şu türden daha ağır bedelleri olabilir:
- Kürtlerin bağımsızlığı Şiileri de aynı yola girmelerine neden olabilir,
- Şiilerin bağımsızlıklarını elde edememeleri halinde dahi Irak’ın geri kalanında Şii hakimiyeti pekişebilir, buna paralel olarak da Irak’taki İran etkisi artabilir,
- Kürtlerin bağımsızlığı Sünni Arap devletlerinin ABD’ye daha fazla cephe almalarına, Arap halklarının Amerika’ya yönelik “nefret”inin artmasına ve terörün tırmanmasına neden olabilir.
- Derecesinin tam olarak tahmin edilmesi güç olsa da, Türk-ABD ilişkileri önemli şekilde yara alabilir.
ABD’nin Yakın Gelecekteki Muhtemel Hareket Tarzı
ABD’nin Kuzey Irak’la ilgili olarak aşağıdaki türden ve hepsi birbirini dışlamayan birtakım seçenekleri olduğu düşünülebilir:
- Kürtleri bağımsızlıktan tamamen ya da bir süreliğine vazgeçirmek,
- Kürtleri çıkışı olmayan bir federasyona” razı etmek,
- Kürtleri tamamen “ortada bırakmak”,
- Askerlerin bir kısmını Kuzey Irak’a taşımak,
- Kürtlere bağımsızlık ilan ettirip sembolik bir kuvvet bırakarak çekilmek,
- Kürtleri Türkiye ile “barıştırarak” çekilmek,
- Kürtleri uzaktan korumak,
- Hiçbir pozisyon almadan beklemek.
Bir diğer seçenek olarak ABD, Kürt devletinin kurulmasına yeşil ışık yakmasa bile Kürtlerin güvenliğini “yerinden” ya da “uzaktan” garanti edebilir. Ya da Kürtlere, resmi anlamdaki bir bağımsızlıktan vazgeçmeleri ya da bu amacı ertelemeleri karşılığında güvenlik garantisi ve kendilerini yönetme noktasındaki kazanımlarını korumaları vaad edilebilir.
Pek çok kimse, ABD’nin desteği olmadan K. Irak’ta görülebilir bir gelecekte bir Kürt devleti kurulmasının çok düşük ihtimal olduğunda hemfikirdir. Kürtler bu noktada, ABD’nin mevcut muğlak yaklaşımı sürerken “sahada” geri çevrilemez kazanımlar elde etmeyi ve Washington’un nihai karar vereceği “an” geldiğinde onu kendi saflarında olmaya zorlamayı umuyor olabilir. Kuzey Iraklı Kürtlere karşı sempati, ihtiyaç, suçluluk ve takdir hisleri duyan Amerikalıların onları bir kez daha “ortada bırakmaları” düşük bir ihtimaldir ama tamamen de imkânsız değildir.

Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devletinin bölgedeki diğer Kürtlerin ayrılıkçı taleplerini belki hemen değil ama orta vadede artırması çok muhtemeldir. ABD, “Büyük Kürdistan” seçeneğini kullanmasa bile hazırda tutmak isteyebilir. Kuzey Irak’ı bağımsızlığın eşiğine getirip o noktada bırakmak da ABD’ye bölgede stratejik derinlik oluşturan bir seçenek olabilir. ABD bu yolla hem Kürtleri kendisine bağımlı kılabilir hem de Türkiye dahil komşu ülkeleri “diken üstünde tutarak” Amerikan politikalarıyla barışık olmaya zorlayabilir. Bu seçeneğin İsrail için de uygun olduğu düşünülebilir.
ABD, Irak’tan ya da daha fazla ülkeden toprak alarak kurulacak bir Kürdistan’ı hedefliyor mu bilinmez ama bu seçeneği stratejik bir ihtimal olarak tartıyor ve hazır tutuyor olabilir. ABD şimdilik Kürt sorununun çözülmeden mevcut haliyle kalmasını kendisi için en doğru tercih olarak görüyor olabilir. Bu belirsizlik ABD’ye bölgedeki ülkelere karşı birçok stratejik imkân sunabilir. Ayrıca, şu aşamada bir Kürt devletinin kurulması ya da bu ihtimalin ortadan kalkması ABD’ye değişik sorumluluklar ve bedeller yükleyebilir. İlkinde Kürtleri koruma zorunluluğu, ikincisinde ise onları bir kez daha “ortada bırakmanın” sorumluluğu olacaktır.4
Kuzey Irak’ın geleceğinde köklü etkiler bırakacak gelişmelerden biri de, ABD askerlerinin ülkenin kuzeyine çekilmesi olabilir. Bush’un Irak’ta asker artırma planının başarılı olmadığının yaz sonu ya da sonbaharda açıkça görülmesiyle, Kuzey Irak’a “yarı-kalıcı” bir şekilde çekilme seçeneği çok ciddi biçimde gündeme gelebilir. ABD’nin askerlerini daha güvenli olan kuzeye konuşlandırması karşılığında kendini Kürtlere daha fazla destek vermek zorunda hissedip hissetmeyeceği şimdiden merak konusudur.
Ancak her halukarda kuzeyde kurulacak üsler Kürtleri de koruma altına almış olacaktır. Bu üsler Türkiye’yi bölgeye müdahaleden caydırma işlevi görebilecektir. ABD, İran ve Suriye’yi sınırlarının hemen yanı başındaki bir noktadan tedirgin edebilecektir. Kuzey Irak’ta konuşlanacak ABD birlikleri Irak’ın geri kalanına göre çok daha güvende olacaktır. Ama bu süreçte direnişçiler ve teröristler K. Irak’taki faaliyetlerini muhtemelen arttıracaktır.
Türkiye’de de taraftarı olan bir görüş, ABD’nin Irak’taki askeri varlığını tamamen çekmesinin büyük olumsuzluklara yol açacağı görüşüdür. Ancak böyle bir çekilmenin olumlu yönleri de olabilir. Bunlar şu şekilde sıralanabilir:
- Türkiye, PKK'ya yönelik sınır ötesi harekâtlar konusunda rahatlayabilir,
-Kürt liderlerin zihninde Türkiye'nin Kerkük'le ilgili bir oldu-bittiyi kabullenmeyeceği düşüncesi yeniden güç kazanabilir,
- Kürtler, Sünni ve Şii Araplara karşı Türkiye'nin desteğine ihtiyaç duyabilir. Kendilerini korumasız hisseden Kürtler Türkiye'ye karşı yumuşayabilir.
Kerkük referandumu, ABD’nin K. Irak’ın geleceği konusundaki planının ve niyetinin okunabilmesinde çok önemli bir gösterge olacaktır. ABD’nin Kerkük referandumunda ısrar edip etmeyeceği, ısrar etmeyecekse nasıl bir geri adım atacağı merak edilmektedir. Kerkük’ü alan Kürtlerin Irak’ın geri kalanındaki kaosu da bahane ederek bağımsızlık için harekete geçebileceklerini ABD’li yetkililerin hesaplamış olması gerekiyor. Bu noktada referandumun ertelenmesinin tek başına çok önemli olmadığı hatırlanmalıdır. Çünkü referandum ertelense bile aradaki sürenin Kerkük’e daha fazla Kürt getirilmesi, daha fazla Arap’ın baskı ve teşvikler kendi terk etmesi amacıyla değerlendirilmesi söz konusu olabilir. Bu nedenle asıl önemli olan husus, ertelemenin belli bir zaman için mi, yoksa bazı şartlar oluşuncaya kadar ucu açık bir şekilde mi olacağıdır. ABD’li yetkililer Kerkük konusunda Kürtlerle her türlü pazarlığı yapabilecek konumdadır.
Yakın gelecekteki Amerikan politikaları hakkında öngörüde bulunmaya çalışırken, bu ülkedeki iktidar değişikliğinin de dikkate alınması gerekir. “Bush yönetiminin Kürtler ile yakın ilişkisi muhtemel bir Demokrat Başkan döneminde de devam eder mi?” sorusunun yanıtı aranırken, Irak’ın üçe bölünmesi (Joe Biden-Leslie Gelb) ve Amerikan askerlerinin K. Irak’ta konuşlanması (Richard Holbrooke5) gibi fikirlerin daha çok Demokrat stratejistlerden gelmesi bir fikir verebilir. Kürtlere açık çek verilmesine nispeten mesafeli bakanlar ise daha çok Cumhuriyetçi Parti’nin realist kanadındadır (Robert Gates, James Baker, Brent Scowcroft, Anthony Cordesman).
Yukarıda ABD için belirtilen politika seçeneklerine karşılık Kürt liderler, genel anlamda ABD’nin kendilerine borçlu ve muhtaç olduğuna ve bu nedenle de yardım edeceğine inanmaktadır. Bunun da etkisiyle, pek çok “genç milliyetçi” harekette görüldüğü üzere nerede durmaları gerektiğini kestiremeyebilirler. Arkalarından esen rüzgarın verdiği gücü sonuna kadar kullanmak isteyebilirler. Ama sağlıklı olan, Kürtlerin federalizm, bağımsızlık, Kerkük, petrol, ABD koruması, güvenlik, dış dünya ile ilişki, milliyetçiliğin duygusal dışa vurumları, pan-Kürdist dayanışma6, refah ve saygınlık gibi amaçların hepsine aynı anda ulaşmayı ümit etmiyor olmalarıdır. Kürtlerin bu değerler arasında zaman, nitelik ve nicelik olarak tercihler yapması gerekmektedir.
Kuzey Irak Bağlamında Türk-Amerikan İlişkileri ve Yapılması Gerekenler
Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulmasının Türkiye için ne tür somut ve psikolojik sonuçları olabileceği ne yazık ki yeterince ayrıntılı, çok yönlü, objektif ve titiz şekilde tartışılmamıştır. Bazı sloganlar, klişeler, evhamlar, refleksler ve temenniler politika pozisyonları olarak sunulmuştur. Iraklı Kürtler şu anda ticaret, tüketim malları, dış dünya ile iletişim, elektrik, işlenmiş petrol gibi bir çok konuda Türkiye’nin iyi niyetine ihtiyaç duymaktadır. Buna rağmen zaman zaman izledikleri dostane olmayan politika, Kürtlerin devlet zırhına büründükten sonra daha da pervasız ve talepkâr olacakları endişesini yaratmaktadır. Buna karşılık, Irak Kürtlerinin bir devlete sahip olmaları halinde daha olgun ve ölçülü olacaklarını iddia edenler de vardır. Ancak yine de, Kuzey Irak’taki bağımsız bir yapının PKK’ya yataklık yapmamasının, Türkiye’nin iç siyasetine karışmaya yeltenmemesinin, Türk toprakları üzerinde hak iddia etmemesinin, Türkmen azınlığa baskı uygulamamasının, Kerkük’ü ele geçirmemesinin ve Amerikan askeri varlığına ev sahipliği yapmamasının bir garantisi yoktur. Neticede, kendi ayakları üzerinde duracak bir Kürt devletinin bölgede revizyonist politikalar izlemesi, zayıf bir Kürt devletinin de yabancı güçlerin politikalarına alet olması kuvvetle muhtemeldir.
Şurası bir gerçek ki, ABD K. Irak’ta Kürtlere bu kadar büyük bir açık çek vermese de bölge Türkiye için her zaman potansiyel bir sorun kaynağıydı. Ancak problem bugünkünden daha kontrol edilebilir boyutlardaydı. Bugün itibarıyla, Türkiye’nin ABD politikaları karşısında izleyebileceği politikalar için şunlar söylenebilir:
a- Bölgesel Kararlılığı Artırmak
Kuzey Irak, Suriye ve İran için ABD ile ilişkilerindeki en önemli kalem değildir. Suriye ve İran’ın Irak Kürtlerinin bağımsızlığı konusunda Türkiye kadar doğrudan, büyük ve acil bir tehdit algılamadıkları söylenebilir7. İki ülkedeki Kürt nüfusu da Türkiye’dekine göre daha küçüktür. Türkiye bu noktada Kuzey Irak’ın özellikle Suriye ve İran için de öncelikli tehdit olduğuna ikna edebilmelidir. Bunun ardından da Irak’ın tüm komşularının ABD’nin Irak’ın bölünmesini hazırlayan politikalarından vazgeçmemesi halinde ödenecek bedelin ne olduğunu
Washington’a şüpheye yer bırakmayacak kadar net bir şekilde göstermeleri gerekir.
Irak’ın içindeki gruplar ise Kürt bağımsızlığına büyük ölçüde karşı olmakla beraber, yaşadıkları iç savaş, Bağdat’taki siyasi manevralarda Kürtlere ihtiyaç duymaları ve Kürtlere karşı askeri güç kullanma kapasiteleri olmaması gibi nedenlerle Türkiye’ye anlamlı destek verecek durumda olmayabilirler.
b- ABD Kamuoyunu ve Devletini İkna Etmek
Iraklı Kürtlerin geçmişte yaşadıkları acılar, Washington’un birkaç kez Kürtleri yarı yolda bırakmış olması ve ABD’ye en fazla destek veren grubun Kürtler olması gibi nedenlerle Kürtlere sempati duyan Amerikan kamuoyu, bağımsız Kürt devletinin sonuçları konusunda aydınlatılmalıdır. Olası bir Kürt devletinin ABD için stratejik bir yük ve ayak bağı olmasının kaçınılmaz olduğu her fırsatta vurgulanmalıdır. ABD’nin; denize çıkışı olmayan, izolasyon nedeniyle doğal zenginliklerini bölge dışına çıkaramayan Kürtleri askeri, siyasi, ekonomik ve psikolojik açıdan uzun yıllar desteklemek zorunda kalacağı anlatılmalıdır. Bu şartlarda ABD kamuoyu “Kürt devleti projesi”ne çok sıcak bakmayabilir.
Bu gerçeklik Amerikan devletine de daha sık hatırlatılabilir. Washington gerçekleri ne kadar erken görür ve Kürtlerin maksimalist taleplerini azaltmak için ne kadar erken davranırsa, durum ABD, Türkiye ve bölge için o kadar olumlu olacaktır. Nitekim devletler, hayati derecede önemli olan konular hariç, dış politikalarında genelde esnek olurlar. Kuzey Irak konusunda da ABD’nin nihai hedeflerinden çok eğilimlerinden, umutlarından, endişelerinden ve arzularından bahsetmek daha doğru olacaktır. Bu çerçevede, ABD’nin Kürt devleti kurmayı “tarttığı” varsayımından hareket edilerek, böyle bir şeye tevessül etmesinin kendisi için ciddi bir bedeli olacağı gösterilebilirse, muhtemelen bu hesaplardan vazgeçecektir.
c- Olası İkna Çabalarına Direnmek
Bir Kürt devleti kurulmasının önündeki belki de en ciddi engel, ilgili tarafların Türkiye’nin böyle bir gelişmeyi önleme gücüne ve iradesine sahip olduğu olduğuna algılamasıdır. olmasıdır.
Ancak buna rağmen, ABD’nin Türkiye’ye Kürt devletinin muhtemel ve kaçınılmaz olduğu ya da zararlı olmadığı yönünde telkinleri olabilir. Benzer şekilde Türkiye iç kamuoyunda, Kürt devletinin kurulmasının artık kaçınılmaz olduğu ve ona Türkiye’nin hamilik yapmaması halinde başkalarının yapacağı, iyi ilişkilerin ise Kuzey Iraklı grupların PKK’ya tavır almasını sağlayabileceği ve ABD ile önemli bir pürüzü ortadan kaldırabileceği yönündeki söylem güçlü bir perdeden dillendirilebilir. Bu tür girişimlere karşı hazırlıklı ve ihtiyatlı olunması gerekmektedir.
Ankara’ya PKK’ya karşı bazı önlemler alınması karşılığında Türkiye’nin Kürtlere hamilik yapması yönünde telkinlerde bulunulabilir. Ancak, ABD’nin K. Iraklı Kürtlerle Türkiye arasında hakemlik yapmak yönündeki girişimlerinin yaratabileceği bir anlaşma zemininin kalıcı olacağına güvenmek doğru olmayabilir. Çünkü, Iraklı Kürtler olgun ve tamahkar davransalar bile K. Irak’ta kurulacak bir Kürt devletinin yaratacağı emsal ve “enerji”nin kontrol edilebileceğinden emin olunamaz.
Türkiye’nin, Kürt devletine olan muhalefeti konusunda ikna edilebileceği havasının oluşmasına izin verilmemelidir. Bu noktada gerekli olan şey “diplomatik caydırıcılık”tır. Ama aşırı ön tepkiler vermek de, Türkiye’nin kaybedildiği, artık onun “gönlünü almanın” mümkün ve dolayısıyla gerekli olmadığı şeklinde algılanabilir. Vaşington yönetimi Türkiye’nin Kürt devletine elinden gelen her zorluğu çıkaracağını bilmeye devam etmelidir. ABD, bir Kürt devletinin Türkiye’yi tehdit etmeyeceği ve hatta yararına olacağı noktasında Türkiye’yi ikna edebileceğine inanırsa Kürt devleti için düğmeye basabilir. Oysa Ankara, ABD’nin Irak’ın bölünmesine giden adımlar atmaya devam etmesi halinde kendisiyle işbirliğini en aza indireceğini şimdiden ABD tarafının zihninde şüphe bırakmayacak şekilde belli etmiş değildir. Bu durum Washington bazı çevrelerin, “Türkiye’yi ikna etmenin yolu bir şekilde bulunur” düşüncesine kapılmasına neden olmaktadır.
d- ABD’ye Telkin Edilecek Hareket Tarzı
Türkiye, ABD’ye Kuzey Irak konusundaki iyi niyetini gösterebileceği bazı davranış kalıpları önerebilir ve bunların ne kadar dikkate alındığını test edebilir. Kürtlerin Amerikan tarafını dinlememe gibi bir lüksleri olmadığından hareketle, Türkiye ABD’den Kuzey Iraklı liderleri dikkatini bazı hususlara çekmesini isteyebilir. Bunlardan biri, afâki taleplerini yumuşatmalarını istemek olabilir. Diğeri ve daha önemli olanı ise, bağımsızlığa yönelmeleri halinde onları koruyamayacaklarını bildirmeleridir.
Kürtler, bağımsızlığa giden yolda kendilerini korumanın en uygun yolunun, bölgelerindeki kalıcı ABD üslerinden geçtiğini düşünebilir. Gerçekten de böyle bir durum bağımsızlık ihtimalini önemli ölçüde güçlendirir. Türkiye bu yöndeki gelişmelerin önünü almak için şimdiden net bir tavır almalıdır. Uyarılarının içinde, kuzeye taşınacak üsler için kendi toprakları üzerinden lojistik akışına izin verilmeyeceği de yer almalıdır. Kuzey Irak’taki Amerikan üslerinin Ankara-Washington ilişkilerindeki en can alıcı konularından biri de PKK’nın Kuzey Irak’taki varlığıdır. ABD bugüne kadar sembolik ve çok fazla asker gerektirmeyen operasyonlarla, PKK’nın lojistik, eğitim, propaganda, finansman, istihbarat, ulaştırma faaliyetlerini önleyebilecek ya da zorlaştırabilecekken bu yola hiç gitmemiştir. ABD’nin bu tepkisizliğinin nedenleri şu ihtimaller ifade edilebilir:
- Irak’ta yeterince askerinin olmaması,
- 1 Mart olayı nedeniyle Türkiye’yi cezalandırma güdüsü,
- Iraklı Kürt gruplarla arasını bozmaktan kaçınması,
- PKK’yı İran ve belki de Suriye’ye karşı kullanma beklentisi,
- PKK’yı Türkiye ile İran gibi bir konuda daha kârlı bir pazarlık unsuru olarak kullanma beklentisi,
- Ankara’nın uyarılarının Washington’u harekete geçirecek kadar güçlü olmaması.
PKK konusu gerek kendi özelindeki terör eylemleri, gerek Irak Kürt hareketiyle daha büyük ortak hedeflere hizmet etme bağlamında Türk-Amerikan ilişkilerinin merkezinde yer almaya devam edecektir. ABD, Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik ilgisini ve enerjisini azaltmak istiyorsa, PKK konusunda anlamlı adımlar atmak zorundadır. Bu çerçevede Ankara’nın PKK’yla ilgili talepleri arasında şunlar da olmalıdır:
- ABD’li üst düzey liderlerin PKK’nın amaçlarına, K Irak’taki varlığına karşı açık ve güçlü ifadelerde bulunmaları,
- ABD’nin çok fazla asker gerektirmeyen operasyonlarla PKK’nın hareket kabiliyetini zorlaştırması (haberleşme, finans, lojistiğinin kesilmesi, Türk-ABD ortak keşif uçuşları),
- Iraklı Kürtlere PKK konusunda daha fazla baskı yapılması, Türkiye ile daha yoğun ve etkili istihbarat paylaşımına girmesi,
- Türkiye’nin PKK hedeflerine karşı, ABD’nin bilgisi ve desteğiyle; coğrafi derinliği, kullanılan şiddetin derecesi ve süresi itibariyle sınırlı olabilecek bir askeri harekatta bulunması.
Diğer taraftan, ABD Türkiye’yi müdahale etmekten sonsuza dek alıkoyamayacağı düşüncesiyle, Ankara’nın sınırlı ve hatta belki de “kozmetik” bir müdahale yapmasına izin verebilir. Ancak böyle bir müdahaleden sonra ABD’nin bu kez çok net ve aşılmaz “kırmızı çizgiler” koyması söz konusu olabilir. Bir başka ihtimalse, Türkiye’nin harekete geçmeye karar verdiği anda onu eyleminden alıkoymak için, Kuzey Iraklı liderler vasıtası ile bazı üst düzey PKKlıların Türkiye’ye teslim edilmesi olabilir.
Ankara, taleplerinin herhangi şekilde karşılık bulmaması halinde, Kuzey Irak’la ticaret yapılmasını, elektrik verilmesini ve lojistik akışını kesebileceğini göstermeli; ABD’nin İncirlik’teki faaliyetlere sınırlama getirme, belli bir süre ya da süresiz olarak üssün faaliyetlerini durdurma gibi yollara gidebileceğini bu ülkeye hissettirmelidir.
e) ABD’yle İlişkilerde Alışılmışın Dışına Çıkabilmek
K. Irak ile ilgili olarak durum kritik noktaya geldiğinde ne karar vereceğini ABD’nin kendisi bile daha bilmiyor olabilir. Olaylar beklemediği bir noktaya geldiğinde ABD vites ve hatta yön değiştirebilir. Washington’un, Irak’ın genelinde olduğu gibi K. Irak’a yönelik politikasının da, iyi düşünülmüş ve uygulanan bir “master plan”dan çok günübirlik gelişmelerin ve tartışmaların girdabında sürüklenerek oluşuyor olabileceği ihtimali de küçümsenmemelidir.
Ancak yine de, ABD K. Irak’ta uzun süreli askeri güç bulundurarak çevre ülkelerinin iradelerinin kırılmasını beklemeyi planladığı düşünülebilir. ABD’nin K. Irak’ı “nadasa bırakmak” istediğinden şüphelenmek haksız bir endişe değildir. Washington zamanla çevre ülkelerinin zaten güçlü olmayan ortak iradelerinin çatlayacağını ve aralarında zaten olan güvensizliklerin artacağını umuyor olabilir. Bu ülkeler “sona kalmaları” halinde Kürt yönetimi ve ABD ile işbirliği yapmanın getirilerini diğerlerine kaptıracaklarını düşünebilirler. Kürtler ve ABD bu yönde şüpheler yaratmak için adımlar atabilirler.
Türkiye, ABD’nin Kuzey Irak politikasını daha köklü biçimde etkileyebilecek bazı adımları henüz atmamıştır. Türkiye, bir Kürt devletinin kurulmasının ABD’ye yarardan çok zarar getireceği konusundaki ikna çabalarını her şartta sürdürmelidir. Ancak bu ikna çabaları, sözlü mesajlarla sınırlı kaldığında yeterli olmayabilir. Ankara, Washington’a bölgedeki politikalarının selameti konusunda ödeyeceği bedelin bir kısmını şimdiden gösterebilirse, Washington’un muhayyilesinde mesele doğru yönleriyle görebilir. Bu anlamda Türkiye’nin Kuzey Irak’a büyük çaplı bir müdahalesi ABD’nin bölgedeki stratejik kurgusunu bozabilir8. Nitekim Türk askeri harekatını önlemek ABD için stratejik önemdedir. Türkiye’nin müdahalesi şekli anlamda da, ABD için Irak’taki başarısızlığın yeni bir sembolü olabilir. Hatta Irak ve dünyadaki prestijine ciddi bir darbe vurabilir.
Türkiye’nin hareket tarzının inandırıcı ve etkili olması için sınır ötesinde askerî güç kullanma iradesini yeniden kazanması gerekir. Ankara’nın ABD aleyhine adımlar atma isteğinde olmadığını ama gerektiği zaman bunu yapmaya kapasitesi ve cesareti olduğunu Amerikalı karar alıcılara gösterebilmelidir.

Saturday, December 23, 2006

ABD VE IRAK: “GİTMEK Mİ ZOR, KALMAK MI?”


Şanlı Bahadır Koç,
ajp1914@yahoo.com

Irak’ta resmî hedeflerinin çok uzağına savrulan ABD politikası, beklentiler, sahadaki gerçekler, Clausewitz’in “savaşın sisi” dediği algı kırılmaları, ideal olan, mümkün olan, kabul edilebilir olan, mevcut politikada ısrar edilirse muhtemel olan, planlanan, korkulan, kontrol dışı olan ve bilinmeyen faktörler ve senaryoların yumağında debelenmektedir. Zaten yeterince karışık olan bu resme iç politikadaki “köşe kapmaca”ları, kişisel çatışmaları ve Başkan Bush’un bir sanat formu haline getirdiği inadını da eklemek gerekebilir. Bu yazıda ABD’de Irak’la ilgili yapılan son tartışmalar özetlenecek, ABD’nin bu ülkeye yönelik politikasında değişiklik yapma ihtimali ve muhtemel seçenekleri değerlendirilecektir. Ayrıca bu tercihlerin Irak’taki durum, bölge ülkeleri ve Türkiye’nin çıkarları üzerindeki potansiyel etkileri tahlil edilmeye çalışılacaktır.

ABD'nin Irak’la ilgili olarak seçenekleri –ki bunların bazılarını aynı anda uygulayabilir- şunlar olabilir[1]: Mevcut politikada ısrar[2], istikrara öncelik verilmesi[3], Irak'ı ikiye/üçe bölmek[4], hızlı (6 ay içinde?) ve topyekün çekilme[5], daha çok asker göndermek[6], çekilmek için kesin/muğlak bir tarih vermek (2007-8-9) veyahut kademeli bir çekilme takvimi açıklamak[7], az sayıda büyük üsse çekilmek[8], Irak ordusunun darbe yapmasına izin vermek/teşvik etmek.[9]

ABD kuvvetlerinin, Irak’taki coğrafi konumunu değiştirmeye yönelik seçenekleri ise en kaba haliyle şu şekilde özetlenebilir: ABD askerlerinin özellikle etnik çatışmaların yaşandığı ve bunları engelleme umudu olmayan bölgelerden, a) Irak’ın Suriye ve İran’la sınırına yakın bölgelere, b) yerleşim bölgelerinden uzak yerlere, c) Kuzey Irak’a, d) Irak dışındaki Kuveyt ve Katar gibi bazı bölge ülkelerine, e) bölge dışında ama bölgeye yakın, gerektiğinde Irak dahil bölgeye müdahale edebilir noktalara (Diego Garcia)[10] kaydırılması. Ayrıca Amerikan güçlerinin sürekli saldırı altında olduğu Sünni bölgesini terk etmesi ya da bunun tam tersine ülkenin merkezi olan Bağdat’ta güvenliği sağlamak için buradaki kuvvetleri Irak içinden ve/veya dışından birliklerle takviye etmesi seçenekler dahilindedir.[11]

Irak’ta yaşananların bir iç savaş olup olmadığı büyük ölçüde semantik ve akademik bir konudur. Tartışılmaz olansa, Irak’ın belki de hiç olmadığı kadar kötü bir durumda olduğudur: Etnik ve mezhepsel çatışma, işgal, parçalanma, kanunsuzluk, devlet kurumlarının çökmesi, anarşi, nihilist terörizm, ekonomik tıkanıklık, hizmetlerin durması, sosyal çöküntü, atomize olma, etnik temizlik, iç ve dış göç, beyin göçü, sermaye kaçışı, dış müdahale, yolsuzluk, güvensizlik, umutsuzluk, korku, paralize (felç) olma hali.[12] Bir devlet baskıcı, işgüzâr, hantal, verimsiz ve “akılsız” olabilir. Ama Irak’ta yaşananların gösterdiği bir şey varsa o da en kötü devletin bile onun olmadığı anarşiye yeğ olduğudur. Orduyu ve bürokrasiyi dağıtarak Irak devletinin içini boşaltan ABD, Irak’ta yaşanan bu kaosun belki tek değil ama şüphesiz en önemli müsebbibidir Nedenlerini ve boyutunu burada ayrıntılı olarak tekrarlamaya gerek olmayan bu “acıklı durum”, ABD’ye Irak’ta bundan sonra yaşanacaklarla ilgili çok büyük görevler yüklemektedir. Irak’ta yaşananlar ABD’nin siyasi, askerî, ekonomik ve moral gücünü emmekte, içinde birliğini bozmakta ve hem bölgedeki hem de dünyanın geri kalanındaki seçeneklerini kısıtlamaktadır. Durumun ve gelecekte yaşanabileceklerin vahameti ABD’nin Irak’taki politikalarında temel, çok boyutlu ve olabildiğince hızlı bir değişikliğe gitmesini şart koşmaktadır. Amerikan halkının Irak’la ilgili olarak Kongre seçimlerinin sonuçlarına da yansıyan memnuniyetsizliği, mevcut politika ve onun getirdiği başarısızlıkla -haklı veya haksız- en çok özdeşleştirilen Donald Rumsfeld’in görevden ayrılması ve Irak Çalışma Grubunun Raporu’nun (İÇG) daha yayınlanmadan tetiklediği tartışma ortamı, mevcut politikada değişikliği gerekli ve mümkün kılmakta ama kaçınılmaz hale getirmemektedir.[13] ABD’nin Irak politikasında yaşanması beklenen değişimin, “projenin” stratejik düzeydeki amaçlarıyla mı hayata geçeceği yoksa sadece taktik boyutunda mı kalacağı henüz belli değildir. Başkan Bush’un Irak politikasını hemen ve temelden değiştirmesini beklemek doğru olmayabilir.[14]

IÇG Raporu, ABD’nin Irak’ta çok ciddi bir başarısızlık yarattığı gerçeğini kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kayda geçirmiş ve resmîleştirmiştir. Yönetimin performansına yönelik keskin eleştirileri Bush’un egosunu zedelemiş olabilir. Bush’un egosuna, geri adım atmamaya ve kararlılığa belki biraz fazla önem veren bir lider olması, onun bu rapora ve Irak’taki duruma vereceği tepkiyi koşullandırmaktadır. Rapor, Pınar Bilgin’in de dikkat çektiği gibi, “bütüncül” bir yaklaşımla “sorunların içiçeliğine vurgu” yapmış ve entegre bir çözüm gerektiğini belirtmiştir. Yapılan önerilere tamamen katılmayanların bile, bu basit ama her zaman telaffuz edilmeyen gerçeğin altını çizdikleri için Komisyona müteşekkir olması gerekir. Raporun eleştirilecek çok yönü olabilir ancak Washington’da Irak konusunda gerçek bir tartışma yarattığı gerçeği göz ardı edilmemelidir. İşin ilginç yanı, bu tartışmanın en az iki yıl geç kalmış olmasıdır. Irak’ta hızla gelişen ve kontrolden çıkmak üzere olan olaylar raporu bir anlamda eskitmiştir. Raporun oldukça başarılı bir şekilde kayda geçirdiği Washington’un hatalar zinciri, ABD’nin elinden başarı için gerekli olan seçenek ve enstrümanların önemli bir kısmını almıştır.

Oldukça kapsamlı ve zengin olan ve demokratikleşmeye hemen hiçbir vurgu yapılmayan IÇG Raporu’nun en önemli noktaları şunlardır:

1) Irak bölünmemelidir, Irak Hükümeti elini çabuk tutmalı ve Sünnileri de içine alan bir millî uzlaşmaya zorlanmalı ve kendisine verilen yardım, takvime bağlanmış performans kriterleri ile (“benchmarklar”) koşullandırılmalıdır. Sünnilere yönelik adımlar içinde; Baas’tan arındırmanın tersine çevrilmesi, genel af, petrol gelirlerinin merkezî kontrolü ve adil paylaşımı yer almalıdır.
2) ABD askerleri, güvenliği sağlama görevini Irak kuvvetlerine bırakmalı ve kademeli olarak çekilmeli, bu arada savaşan unsurların yerini Irak ordusunda küçük birimlere iliştirilerek (embed) görev yapacak çok sayıda Amerikalı askerî danışmana bırakmalıdır,
3) Uluslararası Destek Grubu oluşturulmalı, bölgesel konferans toplanmalı[15], İran ve Suriye ile diyaloğa girilmeli, Arap-İsrail sorununda ilerleme kaydedilmelidir.[16]

Irak Çalışma Grubu ve raporunu[17] birçok farklı –ama birbirini tamamen de dışlamayan- şekilde “okumak” mümkündür:

-“Yetişkinlerin yaramaz çocuk Bush’un kırıp döktüklerini” mümkün olan ölçüde toparlama girişimi,

- Yeni muhafazakârlara[18] karşı realistlerin[19], İsrail Lobisine karşı “Önce Amerika” diyenlerin[20], Yönetime karşı Kongre’nin kısmi bir başkaldırısı,

- Cumhuriyetçi Parti’nin 2008 seçimlerini Irak’ın gölgesinden kurtarma denemesi,

- ABD dış politikasında “merkez”i saptamaya ve konsensüs oluşturmaya yönelik bir iki partililik (bipartisanship) girişimi[21],
- Yönetimin Irak’ta gerekliliğine “yarım yamalak” da olsa ikna olur gibi olduğu ama bunu kabul etmeye cesareti, formüle etmeye aklı ve uygulamaya gücünün olmadığı adımları atmak için kurulmuş bir “paravana”[22],

- Kurulduğunda, geçmişteki başka birçok örnek gibi tarihe kısa bir dipnot olarak geçme ihtimali yüksek bir komisyonken, Irak’ta olayların kontrolden çıkması ve savaşa yönelik halk desteğinin çökmesi ile gerektiğinden fazla umut bağlanan bir sihirli değnek (deus ex machina).

Rapor Irak’taki durumun vahametini ortaya koyduktan sonra kolay, çabuk, maliyetsiz, risksiz ve başarı şansı yüksek bir formül olmadığını da kabul etmektedir. Raporun önerdiği eylem planının başarılı olmasının çok büyük ölçüde diğer aktörlerin vereceği tepkiye bağlı olması dikkat çekmektedir.[23] Ama rapor önerilen politikalar başarılı olmazsa ne yapılması gerektiğini yeterince irdelememektedir. Aslında belki de, raporun çok açık söylemese de ima ettiği, Irak’ta başarılı olmanın, hele ilk başta konan hedeflere ulaşmanın artık mümkün olmadığı, bu nedenle de belki çok daha mütevazı sonuçlara ulaşmanın ve kayıplar daha da artmadan kontrollü biçimde çekilmenin tercih edilir olduğudur.[24] Buna göre, eski politikada ısrar ettikçe ödenecek bedel artacak ve olumsuz sonuçları sadece Irak’la sınırlı kalmayacaktır.

IÇG Raporu hem analiz hem de yaptığı öneriler açısından kusursuz olmamakla beraber, Bush yönetiminin uzun süredir içine kapandığı ve “dostça olmayan verilerin” içeri sızmasına imkân vermeyen kabuğu çatlatmıştır. Ülkenin geri kalanı ise zaten bir süredir Irak’ın kurtarılamaz olduğu sonucuna varmıştır. Rapor, Irak’la ilgili ana tartışmaya önemli miktarda gerçekçilik enjekte etmiştir. Birileri bu rapordan daha parlak fikir ve öneriler beklemiş olabilir. Ama bu rapor şu anda Irak’la ilgili yönetim dışında yapılan tartışmaların ortak paydasını yansıtmaktadır. Kamuoyu yoklamaları Amerikan halkının IÇG ve onun temel önerilerine belirgin şekilde müspet baktığını göstermektedir.[25] Raporla ilgili belki de en kapsamlı çalışmayı yapan Uluslararası Kriz Grubu, Komisyonun analiz ve önerilerine büyük ölçüde iştirak etmekle beraber, iki temel eleştiride bulunmaktadır[26]:

1) Rapor, Irak Hükümetini temsilî gücü olan bir yapı olarak göstermesine rağmen aslında Hükümet böyle değildir ve mevcut güç ve zenginlik pozisyonuna sıkıca tutunarak sistem dışındakilerin içeriye gelmesini engellemektedir. Irak Hükümeti aslında oyunculardan sadece biridir ve ayrıcalıklı bir aktör olarak görülmemelidir.

2) Irak’ın komşuları ile diyalog gereklidir ama yeterli değildir. ABD’nin bunun ötesine geçerek bölgeye yönelik stratejik bakışını toptan değiştirmesi ve rejim değişikliği, Irak’ın model olarak öne sürülmesi ve “şer ittifakı söylemi”ni terk etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde İran ve Suriye’nin, Irak’ta ABD’ye yardım etmek için yeterince nedenleri olmayacaktır. Bu iki ülke Irak’ta kaos istememelerine rağmen ABD’nin başarılı olmasından ve sıranın kendilerine gelmesinden daha çok korkmaktadır.

Suriye ve İran’la Diyalog
İran ve Suriye, Washington’a Irak’taki durumla ilgili olarak niye[27], ne kadar ve ne karşılığında yardım edebilir? Washington’un İran ve Suriye ile diyaloğa girmesi gerektiğini savunanlar bunun yöntemi, zamanlaması, içeriği, amaçları, başarı şansı, olası getirileri ve fırsat maliyeti üzerine yeterince derin tahlillere girişmemiştir.

Bu öneriye karşı çıkanlar, bu ülke ile doğrudan diyaloğa girmenin bu rejimleri cesaretlendireceğinden, taleplerini artırmalarına neden olabileceğinden, onlara meşruiyet vereceğinden, muhalif güçleri düş kırıklığına uğratacağından, onlara karşı zar zor oluşturulan bölgesel ve uluslararası cephenin zayıflamasından ve İran’ın nükleer programına karşı belirmeye başlayan konsensüsün dağılmasından endişe etmektedir.[28] Böyle bir diyalog ABD’nin Irak’ta yenildiğini tescilleyecektir. Ayrıca bu gruba göre İran şu an gücünün zirvesinde olduğunu düşünmektedir ve muhtemelen ABD’nin önüne koyacağı fatura oldukça yüksek olacaktır.[29] Bu görüşe göre, aslında Tahran’ın Iraklı Şii gruplar üzerindeki etkisi sınırlıdır ve bu nedenle istese bile ABD’ye yapabileceği katkı azdır.[30] Hem zaten Rice’ın da dediği gibi eğer İran, gerçekten Irak’ta kaostan korkuyorsa o zaman karşılığında bir şey almadan da ABD’ye yardım etmesi gerekir[31]. ABD’nin İran’a taleplerini iletmek için onunla doğrudan konuşmasına gerek yoktur. O nedenle İran’la diyalog gerekli ve faydalı değildir.[32] İran ve Suriye gibi hasımlar için, hem Suudi Arabistan ve Ürdün gibi dost komşularla, ayrıca El Kaide dışındaki Sünni direnişçilerle, hem de Sadır gibi Şii milislerle konuşmak, anlaşmak ve bu diyaloglardan anlamlı bir sonuç çıkarmak çok kolay olmayabilir. Öte yandan diplomasi bazen daha önce düşünülmeyen yeni imkânlar yaratabilir. Sırf konuşuyor olmak tarafların pozisyon ve eylemleri üzerinde bazen yumuşatıcı etkiler yapabilir. Ayrıca, bütün taraflarla konuşuyor olmak ABD’ye, “sen anlaşmayacaksan diğerleriyle anlaşırım” deme imkânı verebilir.

Eğer İran ABD’ye yardım etmediğinde kendisine yönelik askerî saldırı ihtimalinin artacağını düşünür, Irak’ın parçalanmasının kendisine de zarar vereceğini hesaba katar, ABD ile diyaloğun nükleer programının kabullenilmesine değilse bile rejime karşı bir hareketi engelleyeceğine inanırsa, Irak’taki duruma olumlu, anlamlı ama sınırlı bir etkide bulunabilir. İran biraz “nazlandıktan” sonra bile yardım ederse, belki ABD tarafından nükleer programına yeşil ışık alamayabilir ama ön alıcı bir askerî harekâtın hedefi olma ihtimalini azaltabilir. Eğer İran, nükleer programına ek olarak Irak’taki problemlerin önemli bir kaynağı olarak da görülürse, o halde tüm bedel ve risklerine rağmen askerî bir harekâta hedef olabilir. İran, ABD’nin Irak’ta biraz daha batağa saplanmasını ve bir süre sonra daha umutsuz bir halde kendi kapısını çalmasını isteyebilir. Bu nedenle ABD’nin kendi açısından belki de, İran’a Irak konusunda konuşma ve pazarlık yapma teklifinin “sonsuza kadar masada olmayacağını” ve işbirliği yapmamanın bir bedeli olacağını belli etmesi gerekir. Bu noktada önemli bir soru da, ABD’nin Irak’ta kalırsa mı, yoksa buradan çekilirse mi İran’a karşı daha fazla manevra imkânı ve inandırıcılığı olacağıdır. İranlı yetkililer ABD ile konuşmanın ön şartının Washington’dan çekilme olduğunu söylerken ne kadar ciddidirler? ABD, İran’la konuşmaya aşağıdaki adımları attıktan sonra başlarsa pazarlıkta eli daha güçlü olacaktır:

Bölgesel müttefikleriyle “safları sıklaştırdıktan” ve onlara İran’la konuşmanın aralarındaki ilişkinin doğasını değiştirmeyeceği güvencesini vermesi, nükleer konuda uluslararası diplomatik baskıyı artırması, Tahran’a pazarlıkla ilgili beklentilerini törpüleme mesajı vermesi, İran ile Suriye arasına bazı güvensizlik tohumları atması, pazarlık için bir zaman tahditi olduğunu hissettirmesi, ABD içinde belli bir konsensüs oluşturması, Filistin sorununda bir çeşit ilerleme olduğu hissi yaratması.
Suriye İran’dan koparılabilirse[33] bunun Orta Doğu satrancında stratejik sonuçları olacağı söylenebilir. Suriye, İran’ı bıraktıktan sonra “ortada kalmayacağına”, uluslararası sisteme ve Orta Doğu’daki “saygın” Arap devletleri kulübüne kabul edileceğine ikna olursa; Lübnan’da kaybettiği etki ve prestijinin tamamı değilse bile bir kısmına tekrar sahip olacağını ve Golan’ı hemen değilse bile makul bir süre sonunda geri alabileceğini bilirse, İran ile arasındaki giderek daha asimetrik ve “belalı” hale gelen ilişkiden kopabilir. Ama henüz hem İsrail’de hem de Washington’da bu yönde bir irade görülmemektedir. Ama zaten bu yönde bir gelişme yaşanacaksa da bunun ilk başta açık açık değil perde arkasında yapılan gizli diplomasi ile olgunlaşması muhtemeldir. Nüfusunun çoğunluğu Sünni olan Suriye İran’a karşı oluşan Sünni Arap bloğunu çok fazla karşısına almakta tereddüt edebilir.[34] Gerçi benzer bir blok 1980’lerde vardı ve Suriye bunun dışında kalabilmişti ama bu sefer rejimin gücü, kendine güveni ve Batı’ya karşı manevra alanı çok daha dardır.
ABD’de hem Irak hem de Orta Doğu’nun genelinde bir Şii-Sünni çatışmasını ABD’nin veya kendi çıkarlarıyla uyumlu gören, böyle bir çatışmanın yaşanmasını ümit eden ve bunun için çalışanlar olabilir. ABD desteğini ve gazabını bu iki gruba dağıtarak aradaki dengeyi -ya da dengesizliği- tamamen değilse de önemli ölçüde etkileyebilir.

Washington’da son dönemde “Şiiler sayıca daha fazla oldukları ve Sünnileri yenecekleri için Şiileri destekleyelim” şeklinde özetlenebilecek bir fikir[35] telaffuz edilmeye başlanmıştır. Zira, Irak’ta ABD’nin kim ne derse desin en fazla önem verdiği şey olan petrol, Sünni değil Şii ve Kürt bölgelerindedir. Öte yandan, Sünnilerin Irak’ta az ama Arap ve Müslüman dünyada çoğunlukta olduğu ve son dönemde ABD’ye problem olan terör örgütlerinin genelde Sünni kökenli olduğu unutulmamalıdır. ABD’nin Sünnilere karşı olduğu şeklinde bir görüntü vermesi halinde, terörün hedefi olma ihtimali artabilir.

Türkiye
Raporda, Irak’ın bölünmemesi, Kerkük referandumunun ertelenmesi, petrolün Bağdat’ın kontrolünde olması, komşularla diyalog içinde olunması gerektiği gibi Türkiye’nin uzun süredir ifade ettiği birçok fikrin vurgulanması ve PKK’dan bahsedilmesi olumlu, ama Türkiye’nin Irak’la ilgili problem yaratabilecek “önemli bir Sünni ülke” olarak gösterilmesi olumsuz olarak değerlendirilmiştir.[36] Ayrıca, raporun Irak’ta kalıcı üs istenmediğinin şimdiden belirtilmesi gerektiğini yazması, Baas’tan arındırmanın geri çevrilmesini tavsiye etmesi, güç paylaşımının içine Sünnilerin daha çok çekilmesi gerektiğini savunması da Türkiye’yi memnun etmiştir. Öte yandan, raporda Suriye ve İran’ın oynadığı ve oynayabileceği rollere vurgu yapılırken, Türkiye’nin Irak konusunda ödediği bedeller, yaptığı fedakârlıklar, verdiği yardımlar ve özellikle PKK’ya karşı sınır ötesi bir harekât konusunda kendisini tutmasına hiçbir atıf olmaması üzücü olarak nitelendirilebilir. Bir başka hassas nokta da, eğer ABD tarafından Irak’ın –İran ve Suriye dahil ya da hariç- komşularına yönelik diplomatik taarruzu başlarsa, böyle bir ortamda Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik askerî bir harekâta girişmesinin diplomatik ve psikolojik olarak güçleşebileceğidir.[37] Washington Türkiye’nin bu yönde bir girişiminin yeni iklime uymadığını iddia edebilecektir.

Bu arada, eğer ABD yönetimi kendi içinde, askerlerinin bir kısmını Kuzey Irak’a taşımayı gerçekten tartıyorsa, bu konuda Türkiye’ye önceden bilgi verecek, fikrini soracak veya Türkiye’nin iznini almaya çalışacak ve desteğini isteyecek midir? ABD, Kuzey Irak’a gelirse bunun Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulma ihtimalini ciddi şekilde artıracağı ve hatta bunu artık sadece bir zaman meselesi haline getireceği söylenebilir ki, bu kabul edilemez bir durumdur. Türkiye’nin bu yönde gelişmelerin önünü almak için şimdiden net bir şekilde tavır alması ve bunu en üst düzeyde ve tekrar tekrar ABD’ye iletmesi gerekir. Bu tavrın içinde, uyarıları dikkate alınmazsa Kuzey Iraklı Kürtlere ve ABD’ye yönelik ciddi yaptırım tehditleri de yer almalıdır. Türkiye’de, “Kürt devletinin kurulmasının artık kaçınılmaz olduğu, ona biz hamilik yapmazsak başkalarının yapacağı, yardım edersek ekonomik ilişkilerimizin daha da gelişebileceği, böylelikle Kuzey Iraklı grupların PKK’ya karşı tavır almalarının sağlanabileceği, ABD ile ilişkilerimizdeki önemli bir pürüzün ortadan kalkacağı, bu politikanın alternatifinin Türkiye’deki Kürtler, Kuzey Irak’taki Kürt gruplar, ABD ve hatta AB ile sürekli problem yaşanması olacağı” şeklinde argümanlar daha da sık dile getirilebilir. Bu tür girişimlere karşı hazırlıklı ve ihtiyatlı olmak gerekir. Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulmasının Türkiye için ne tür somut ve psikolojik sonuçları olabileceği ne yazık ki yeterince ayrıntılı, çok yönlü, objektif ve titiz şekilde tartışılmamıştır. Bazı sloganlar, klişeler, evhamlar, refleksler ve temenniler politika pozisyonları olarak sunulmuştur. Bu yazının konusu olmamakla beraber Türkiye’nin politikasından ve söyleminden bu kadar köklü bir kopuşa çok dikkatli yaklaşmak gerekir. Bu karar bir Türk Hükümetinin alabileceği belki de en hassas karar olacaktır. Bu nedenle ayaküstü, aceleyle, çok düşünmeden karar almak ve hareket etmekten kesinlikle kaçınmak gerekir.

Ankara’nın, ABD’nin Irak’ın bölünmesine yol açan adımlar atması durumunda bu ülke ile işbirliğini en aza indireceğini şimdiden ve karşı tarafın zihninde şüphe bırakmayacak şekilde belli etmesi gerekir. Washington’un "o zaman bir yolunu buluruz, Türkiye'nin içinde bir iki şeyi oynatırız ve Türkiye'yi bizim planımıza karşı çıkamayacak hale getiririz nasıl olsa" diye düşünmesinin önünü şimdiden kapamak gerekir. ABD’ye ayrıca aşağıdaki telkinlerde bulunulmalıdır: “Kürtlere bağımsızlık yolunu açarsanız Şiileri de (ve dolayısıyla petrolü) tutmanız zorlaşır. İran’ın etkisi Ürdün sınırına dayanır. Kuzey Irak'taki üslere taşınmayı düşünüyorsanız bizden lojistik destek almayı beklemeyin. Kuzey Iraklı liderlere azami taleplerini yumuşatmayı telkin edin. Sizi dinlememek, size küsmek, size karşı gelmek gibi bir lüksleri yok. Size yardım ettikleri için onları abartılı şekilde ödüllendirme ve onları ‘bir daha satmama’ isteğiniz Irak projesinin başarısız olmasının en önemli nedenlerinden biridir. Bu hatada ısrar ederseniz, saygınlığınız, güvenilirliğiniz ve tarafsızlığınız Türkiye dahil bütün bölgede telafi edilmesi zor derecede yara alacak. Kuzey Iraklı liderlere bağımsızlığa yönelmeleri halinde kendilerini koruyamayacağınızı söyleyin. Ülkede kalıcı üs, rekabetçi olmayan ayrıcalıklı petrol anlaşmaları peşinde olmadığınızı ve ülkenin toprak bütünlüğüne kesin ve değişmez bir taahhüdü olduğunu en üst düzeyde, net bir şekilde ve sık sık dile getirin. Türkiye'nin hamiliğinde bir Kürt devleti senaryosu, Türkiye'yi uzun vadede bir konfederasyona ve/veya bölünmeye götüreceği düşüncesiyle kabul edilemez”.

Yukarıdaki sözlerin inanılır ve etkili olması için Türkiye'nin sınır ötesinde askerî güç kullanma iradesini yeniden kazanması, ABD aleyhine adımlar atma isteğinde olmadığını ama gerektiği zaman bunu yapmaya kapasitesi ve cesareti olduğunu Amerikalı karar alıcılara göstermesi gerekir.

Sonuç
ABD’nin Irak’ta bulunduğu durum kim tarafından yazılırsa yazılsın, tek bir raporla düzelemeyecek kadar zorlu, ciddi, karmaşık ve ivedidir. Olaylar Washington’un kontrolünden önemli ölçüde çıkmıştır. ABD'nin tercihleri Irak'ın geleceğinde etkili olacaktır ama belirleyici olmayacaktır. Washington’da birçok farklı grup Irak politikasını kendi görüşleri ve çıkarları doğrultusunda çekiştirmeye çalışmaktadır. Başkan Bush’un risk almaya yatkınlığı, “tutarlı” ve “kararlı” olmaya verdiği önem, onun kısa vadede anlamlı bir politika değişikliğine gitme ihtimalini azaltmaktadır. ABD kısa dönemde Irak’la ilgili olarak net bir politika değişikliğine gitmezse önümüzdeki iki yılda bazı yarı-çözüm önerileri arasında gidip gelebilir.Aynı politikaya devam edemeyeceğini bilen ve IÇG Raporu’na da uymak istemeyen Bush’un denemesi muhtemel seçenek asker sayısını artırmak olabilir. IÇG’nin makul bir çok önerisini reddederek söz konusu seçeneği uygulamak kaçınılmaz sonu sadece biraz daha geciktirmek anlamına gelecektir. Bu noktada IÇG’nin analiz ve önerilerini büyük ölçüde paylaştığı düşünülebilecek yeni Savunma Bakanı Gates’in pozisyonu önemli olabilir[38]. 2008 seçimleri yaklaştıkça ılımlı Cumhuriyetçiler, Demokratlar, medya ve hatta bürokrasinin Beyaz Saray’a iyiden iyiye bayrak açmaları ve bu gruba Gates’in de dolaylı ve ince bir destek vermesi beklenebilir.




[1] Alternatif listeler için bkz. “Rumsfeld’s Memo of Options for Iraq War”, New York Times, 3 Aralık 2006; “Options for U.S. Policy in Iraq”, CSIS, http://www.csis.org/component/option,com_csis_progj/task,view/id,831/; Foreign Policy, “The List: Options for Iraq” Aralık 2006.
http://www.foreignpolicy.com/story/cms.php?story_id=3650
[2] 140 bin civarında asker konuşlandırmaya, Iraklı güvenlik güçlerini eğitmeye devam.
[3][3] Bölgesel konferans - Komşularla ve uluslararası toplumla diyalog: Demokrasi önceliğinden vazgeçmek, Bağdat'ta güvenliği sağlamak için çabalarını artırmak, komşuların desteğini istemek, Kerkük referandumunu ertelemek, ülkenin bütünlüğüne, petrol üzerinde gözü olmadığına, kesinlikle kalıcı üs planlamadığına Iraklıları, komşuları, uluslararası toplumu ikna etmek. Kürtlere Irak dışında bir gelecekleri olmadığı mesajını vermek, Türkiye'ye PKK'ya karşı Irak içinde sınırlı-koordineli bir harekât için izin ve destek vermek, Suriye üzerindeki baskıyı azaltarak bu ülkeyi işbirliği yapmaya teşvik etmek, İran'a kendisine yönelik bir harekâtta bulunup bulunmasının nükleer konu dışında Irak'taki performansı ile de ilgili olduğu mesajını vermek, eğer Irak'ta uslu durursa müdahale ile karşılaşma ihtimalinin azalacağını söylemek, ne kadar kötü çocuk olursa olsun desteğinin büyük kısmını Bağdat’taki Şii nüfustan aldığı için bölünmeye karşı olan Sadır gibi liderlerle arayı yumuşatmak, güç kullanımı, kaynak aktarımı, siyasi destek anlamında adil, dürüst ve şeffaf bir görüntü vermek, Irak'ta birçok hatalar yapıldığını, ülkede gelinen durumda kendisinin de çok önemli hataları olduğunu itiraf etmek ve bunları düzeltmek için elinden geleni yapacağını söylemek, ülkeye yönelik ekonomik yardım paketlerini artırma/hızlandırma, federasyondan geri dönülmeyeceğini ama bunun ülkenin ne şimdi ne de sonradan bölünmesi anlamına gelmeyeceğini, ülkeyi bölmeye yönelik hareketlere destek verilmeyeceğini açıklamak. Ayrıca BM’den Irak'ın toprak bütünlüğüne uluslararası taahhüdü içeren net bir karar çıkarmak. Suriye ve İran'la Irak hakkında görüşmek ve onların sınır güvenliğini sağlama ve Irak'a müdahale etmekten kaçınma gibi şartlar karşılığında ABD'nin bu ülkelere dönük tutumunu yumuşatması. (Bu Suriye ile daha kolaydır. Pazarlık İran'ın nükleer güç olmasına razı olmak anlamına gelirse gerçekleşmesi çok zor olabilir). Ayrıca doğrulanması çok zordur: İran'ın değişik enstrümanları kullanarak etkili olmaya devam edip etmediğini tespit etmek kolay olmayabilir. Bu arada belki Arap Birliği, İKÖ, BM, Nato gibi kurumların şemsiyesi altında ülkenin tamamına değil ama bazı önemli bölgelerine barış gücü gönderilmesi. Bu tür bir girişimin hem gerçekleşmesi hem de başarılı olma ihtimali çok düşük olmakla beraber bütün Orta Doğu'nun kocaman bir Irak haline dönüşmesi riskinin büyüklüğü dikkate alındığında denemeye değer olabilir.
[4] ABD’nin Irak’ı bölmesinin resmî ve kamuoyuna açık bir politika olması değil ama, a) yaptıklarının belki istenmeyen bir sonucu, b) yönetimin içindeki ve yakınındaki bazı grupların gizli gündemi olması imkânsız değildir. Irak’ta bölünme değişik şekillerde gerçekleşebilir: Ülke kesin olarak üçe veya ikiye bölünebileceği gibi, nominal olarak tek ama pratikte birden fazla parça haline de gelebilir. Kürtler tamamen koparken, Şii ve Sünniler, nominal olarak aynı ülkede ama pratikte farklı konumlarda yaşayabilir. Irak'ın bölünmesi ABD için bir seçenek olmanın yanında aynı zamanda da mevcut politikalarına devam ederse zaten ortaya çıkacak bir sonuçtur. Irak'ın bölünmesi çözümden daha çok, sorun yaratacaktır. Bütün büyük şehirler karışık nüfusa sahiptir. Ülkenin bölünmesi buralarda akan kanın kontrol edilemez hale gelmesi ve/veya milyonlarda insanın etkileneceği çok büyük çaplı etnik temizlikler anlamına gelir. Ülkenin bölünmesi petrolün nasıl paylaşılacağı, pazarlara nasıl güvenli bir şekilde ulaştırılacağı sorununu daha da karmaşık hale getirir. Bölünmeden sonra ortaya çıkacak yeni devletlerin istikrarlı, barışçı, demokrat ve müreffeh olacaklarına dair çok az umut kalır. Kürt devleti başta Türkiye; Sünni devleti ise başta Ürdün olmak üzere Sünni Arap devletleri; Şii devleti de Şii nüfus barındıran bölge ülkeleri için yeni problemler ortaya çıkarır. Bölünmeden sonra/bölünme sırasında komşu ülkelerin açık/gizli müdahalelerini önlemek daha da zorlaşır. Sünni üçgeni tam bir terör üretim merkezi haline gelebilir. Eğer ABD bir Kürt devletine açık ve dolaylı olarak destek verirse bu durumda Şiilerin de kendi devletçiklerini kurma ihtimali oldukça artar. Petrolden pay alamayan bir Sünni devleti Şiilerin suyunu kesebilir. Türkiye kendi iç işlerine karışacak bir Kürt devletinin suyunu, elektriğini ve dış ticaretini kesebilir.
[5]Amerikan askeri varlığını, başarı şansı kalmadığı ve “çözümün değil problemin bir parçası” olduğu düşüncesi ile bir kısmını Kuveyt ve Katar gibi Irak'a yine güç projekte edebileceği, bölgeden tamamen çekilmediğini söyleyebileceği ülkelere çekmesi. Bush'un tüm retoriğinden bu kadar kesin bir şekilde vazgeçmesi çok zordur. ABD'nin saygınlığı ve bölgedeki ağırlığı azalacaktır. Bush kalan iki yılda “alay konusu” haline gelerek tam bir “topal ördek” olabilir. Bush sarsılan saygınlığını yeniden kazanmak ve aslında hâlâ sert bir lider olduğunu kanıtlamak için İran'a hava harekâtı düzenleyebilir. ABD'nin Irak’tan çekilme şekillerin hepsi Türkiye için olumsuzdur demek yanlış olabilir. ABD'nin toptan çekilmesi: 1) Türkiye'nin PKK'ya yönelik sınır ötesi harekâtını daha mümkün kılabilir. 2) Kürt liderlerin zihninde Türkiye'nin Kerkük'le ilgili bir oldu-bittiyi kabullenmeyeceği düşüncesini güçlendirebilir. 3) Kürtler, Sünni ve Şii Araplara karşı Türkiye'nin desteğine ihtiyaç duyabilir. Türkiye için iyi tarafı ise Kürtlerin artık kendilerini korumasız hissetmesi ve Türkiye'ye karşı belirgin oranda yumuşaması olabilir. Burada en kritik noktalardan biri, ABD'nin Kuzey Irak'ta ya da oraya güç aktarabileceği başka bir yerde askerî varlığını sürdürüp sürdüremeyeceğidir.
[6] Bunun güvenlik sorununu çözmesi daha önce mümkün olmuşsa da artık yeterli olmayabilir. Amerikalı komutanlar da asker sayısını artırma konusunda kendi aralarında bölünmüş durumda. Bazıları kısa süreli bir asker artırımının faydalı olabileceğini kabul etse de bunun Bağdat Hükümetini Sünnilere el uzatmakta isteksiz hale getirebileceğini düşünüyor. John F. Burns, “Military Considers Sending as Many as 35,000 More U.S. Troops to Iraq, McCain Says”, New York Times, 15 Aralık 2006.

[7] Bu seçeneğin hem olumlu hem olumsuz yönleri vardır. ABD'nin çekilmekte olduğu düşüncesi Iraklı siyasi sınıfın “aklını başına getirebilir” ” ve böylelikle bazı zor uzlaşmalar gerçekleşebilir. Şiiler kendilerini Sünnilere karşı daha esnek olmak zorunda hissedebilir. Halkın El Kaide vb. nihilist örgütlere verdiği destek/sempati azalabilir. El Kaide'nin ABD'nin gitmesini beklemek için bodruma inmesine neden olabilir. ABD'nin otoritesi iyice azalabilir. Çok net takvim ve asker sayısı açıklamak Amerikalı komutanların elindeki esnekliği ortadan kaldırabilir. Kongre seçimlerinde Demokratlar çok başarılı olursa Kongre'den bu yönde bağlayıcı bir karar çıkarmaya çalışabilirler. Kürtler çekilme tarihine kadar “alanda” fiilî durumlar yaratmaya hız verebilir. Ya da tam tersine ABD'nin artık kendilerini koruyamayacağını düşünerek pozisyonları/taleplerini yumuşatabilir, kendilerini Türkiye'ye yanaşmak zorunda hissedebilirler.
[8] a) Ülkenin kuzey, güney ve merkezinde üç-dört üs, b) sadece Kuzey Irak'ta üs. Bunlar acil müdahale gücü olacak. Ülkenin bir yerinde işler kontrolden tamamen çıkarsa müdahale etmek, Türkiye dahil komşuları müdahale etmekten caydırmak, İran ve Suriye'yi korkutmak amaçlı. Bu noktada şu sorular akla gelmektedir: Yabancı askerî güçlerin statüsü anlaşması (Status of Forces Aggreement) nasıl olacak? ABD bu tür bir varlığın kendi çıkarlarına olduğunu Sünni ve Şii liderlere kabul ettirebilir mi? Kürtler bu üsler nedeniyle kendilerini ABD koruması altında hissedebilir. Ama öte yandan da ABD de lojistik açıdan muhtemelen Türkiye'ye bağımlı olacağı için Kerkük ve PKK konularında Türkiye'nin telkinlerine daha açık hale gelebilir.
[9] Ama böyle bir darbeden sonra ordu ve belki Allavi gibi liderler ülkede güvenliği sağlamayı, ve ülkeyi yönetmeyi becerebilirler mi? Emirlerindeki ordu (ki son dönemde çoğu Şii askerler) böyle bir cuntanın emirlerine uyar mı? Kürtler darbeyi fırsat bilip kirişi kırmaya kalkmazlar mı?
[10] Eugene Gholz, Daryl Press ve Benjamin Valentino, “Time to Offshore Our Troops”, New York Times, 12 Aralık 2006.
[11] Önde gelen senatör John McCain uzun süredir Irak’taki Amerikan askerlerinin sayısının artırılması gerektiğini savunmaktadır. IÇG Raporu’nda da asker sayısının taktik ve geçici olarak artırılabileceği görüşü yer almaktadır. Başkan Bush’un da, yapılan çağrılara uzun süre kulak tıkadıktan sonra bu yönde bir değişikliğe sıcak baktığı görülmektedir. Thom Shanker ve Jim Rutenberg, “President Wants to Increase Size of Armed Forces”, New York Times, 20 Aralık 2006. Ancak bu güç artırımının faydası ve süresi çok açık değildir. Peter Grier, “If US Boosts Troops, Then For How Long?”, Christian Science Monitor, 20 Aralık 2006. Ayrıca bu öneriye Kongre’de çoğunluğu ele geçiren Demokratların pek sıcak bakmayacakları söylenebilir. 2008 seçimleri için en ciddi Cumhuriyetçi aday olarak görülen McCain de kamuoyu yoklamalarında pek destek bulmayan bu öneriyle özdeşleşerek çok ciddi bir siyasi risk almaktadır. George Will, “GOP Contenders on a Tightrope”, Washington Post, 16 Aralık 2006.
[12] Şanlı Bahadır Koç ve Mazin Hasan, “Irak’ta Direnişin ve İşgalin Gölgesinde Demokrasi Deneyi”, Avrasya Dosyası, 2005, Cilt 11, Sayı 3, ss. 32-67.
[13] Bir politika başarısız olduğunda genelde verilen tepkiler sırasıyla, işlerin kötü gittiğini kabul etmemek, bazı sorunlar olduğunu ama sabır gösterilir ve sebat edilirse durumun düzeleceğini iddia ederek biraz daha beklemek, taktikleri ve araçları değiştirmek, stratejiyi değiştirmek ve nihayet politikadan tamamen vazgeçmek şeklinde olur. Bazıları bu basamakları hızlıca atlar. Bazıları atlamaz. Bush yönetimi bu merdivenin ikinci basamağını henüz yeni terk etmektedir. Bush ve Cheney’nin 2008 seçimlerine adaylığını koymayacak olması ve bu ikilinin DNA’sındaki “inat faktörü”, gerçeklerle yüzleşme konusunda önümüzde uzun bir yol olduğunu düşündürtmektedir. Peter Parker, “Stubborn or Stalwart, Bush Is Loath to Budge”, Washington Post, 17 Aralık 2006.
[14] Her ne kadar komisyon üyeleri, yapılan önerilerin içinden “meyve salatası” gibi bir kısmın seçilmesinin yanlış olacağını söylese de, muhtemel olan, Bush’un raporda yapılan 79 önerinin özellikle teknik olanlarından sayıca büyük bir kısmını uygulayacağını açıklaması ama bunların içinde İran ve Suriye’ye yönelik açılımların olmamasıdır.
[15] Irak’taki durum sadece Iraklılara ve ABD’ye bırakılamayacak kadar önemli ve vahimdir. Bu gruplar artık komşuların duruma müdahale etmeye hakkı, gücü ve gereği olmadığını iddia edebilecek durumda değildir.
[16] Filistin sorununun çözümü yolunda atılacak adımların Irak’taki durumu düzeltmeye etkisi belki oldukça sınırlı, dolaylı ve yavaş olacaktır. Ama bu kabul, sorundaki tıkanıklığın Irak Savaşı’nın çıkışının önemli nedenlerinden biri olduğu gerçeğini değiştirmez. Yeni muhafazakârlar Saddam’ı devirmeye, bunun, başka şeylerin yanında, Filistin sorununun büyük ölçüde İsrail’in istekleri doğrultusunda çözümünü kolaylaştıracağına inandıkları için girişmiştir. Bir başka deyişle Filistin, Irak krizinin belki çözümünde değil ama kaynağında olmuştur. Sharon’un Irak’ın işgalini malum nedenlerle çok yüksek sesle olmasa da önemli şekilde desteklemiş olması akıllardadır. Filistin sorunu ve bu konuda ABD’nin yaklaşımı Arap ve Müslüman dünyasında, İsrail lehine çok belirgin şekilde taraflı olarak görüldüğü ve ABD’nin Orta Doğu politikası büyük ölçüde İsrail’in çıkarlarına hizmet eder şekilde algılandığı için ortaya çıkan güvensizlik, ABD’nin Filistin sorunu dışındaki politikalarının değerlendirilmesine de etki etmektedir. Bush, İsrail-Filistin sorununda çok pasif kaldıktan sonra bu konuda harekete geçebilir mi? Geçse bile İsrail Lobisinin tercihlerinin ne kadar dışına çıkabilir? İsrail-Filistin sorunu ile Irak arasındaki ilişkiyi çözümlemek kolay değildir. Bu konuda çözümün nasıl olabileceği kimse için sır değilse de buraya ulaşmanın kolay ya da çabuk olmayacağı söylenebilir. Ama zaten Irak’taki duruma sınırlı da olsa olumlu etki yapacak olan Filistin sorununun hemen nihai çözüme kavuşturulması değil, bu yönde somut adımlar atılması ve ABD’nin adil, müdahil ve dürüst olduğuna dair bir algılamanın oluşmasıdır. İki sorun arasındaki nedensellik ilişkisi karmaşık ama güçlüdür.
[17] James Baker, Lee Hamilton ve diğ. The Iraq Study Group Report, 6 Aralık 2006.
[18] 10 kişilik komisyonda yeni muhafazakârlardan kimse yoktu. Komisyonun çok sayıda danışmanı arasında da -belki de sadece numunelik olarak seçilen bir iki kişi dışında- yeni muhafazakârlar yer almadı. İstisnalar Reuel Marc Gerecht ve Clfford May olmuştur.
[19] Baker dünyayı değiştirmek ya da dönüştürmek isteyen değil, “idare etmek” isteyen ekolün temsilcisidir.
[20] Baker, İsrail karşıtı değilse bile, ABD’nin Orta Doğu’daki çıkarlarının İsrail’in çıkarları, tehdit algılamaları, öncelikleri ve kaprislerine bırakılmaması gerektiğini düşünmektedir.
[21] Bir raporun iki partinin pozisyonlarının uzlaşmasını yansıtması elbette önerilerinin teknik olarak en doğru seçenek olduğu anlamına gelmez ama siyasi açıdan uygulanması en kolay hareket tarzı olduğu anlamına gelir. Ama bu durum, biraz riskli bir amatör psikologluk denemesiyle belirtmek gerekirse, Başkan Bush’un uzlaşmadan, orta yoldan, muğlaklıktan, nüanstan hoşlanmayan düşünce sistemine pek uymamaktadır. Bush hatalarının listesi çıkarıldıktan sonra müşfik ama disiplinli baba tavırlarıyla dışarıdan, tepeden eline bir reçete tutuşturulmasını kabullenememektedir. Raporun Bush’un yıllardır bıkmadan tekrar ettiği şeylere belirgin şekilde doğrudan karşı çıkması, İsrail Lobisi’ni karşısına alması, içeriğindeki bazı eksiklikler, muğlaklıklar ve tutarsızlıklar onun etkisini kısıtlayabilecek etkenlerdir.
[22] Bush, Baker Raporu’nu atması gereken ama kendi başına atamayacağı bazı adımları atmak için bir fırsat olarak kullanabilirdi. Bu yazının yazıldığı sırada bu yönde henüz bir işaret vermiş değildir.
[23] ABD’nin “gitmek”le “tehdit etmek” dışında ne kadar zorlayıcı gücü vardır? Rapor, Irak Hükümeti ABD’nin baskısını kabul etmezse ya da başarılı olamazsa ne olacağını söylememektedir. Bunun başarısız olmasını isteyecek birçok grup olduğuna göre aslında bir anlamda Irak’ta başarıyı “başkalarının insafına bırakmaktadır”.
[24] Rapor, Irak Hükümetine yapılan baskının ve komşularla diyalog girişiminin sonuç vermemesi durumunda ne yapılması gerektiği sorusunu –belki de bilerek– cevaplandırmamaktadır. Bu açıdan rapor, belki kendisinin de tam ikna olmadığı önerilerin başarısız olmamasından sonra daha fazla kayıp vermeden çekilmek gerektiğini -açıkça değil ama fısıldayarak– söylemektedir. Bu telaffuz edilmeyen ama görmek isteyen herkesin anlayabileceği mesaj, Başkan Bush’un “umutsuzca optimist” olan tabiatına pek uygun değildir. Bush hâlâ, başarıya gidecek bir yolun mutlaka olduğuna inanmaya meyillidir.
[25] Peter Baker ve Jon Cohen, “Americans Say U.S. Is Losing War, Public, Politicians Split on Iraq Panel's Ideas”, Washington Post, 13 Aralık 2006.
[26] International Crisis Group, After Baker-Hamilton: What to Do in Iraq, 19 Aralık 2006.
[27] Eğer ABD, raporun dediği gibi 2008 başında askerlerini danışmanlar dışında büyük ölçüde çekecekse, o zaman İran, ABD ile işbirliği yapmaya niye gerek duyacaktır? A) İran, Irak’ın daha kaotik hale gelmesini istememektedir. B) İran, tersini söylese de, aslında ABD’nin Irak’tan çekilmesini istemez, çünkü o zaman Washington’un eli boşalabilecek ve Tahran’a Irak’ta kendisine yardım etmediği için kızmasına ilave nedenler olacaktır. Bu durumda ABD’nin İran’ın nükleer programını askerî yolla durdurmak için daha fazla nedeni ve isteği olur.
[28] İlk başta makul gözüken bu itiraz aslında oldukça zayıf bir temele dayanmaktadır: ABD’nin bu iki ülkeyle konuşması Sünni Arap devletleri gibi bazı istisnalar olmasına rağmen aslında üçüncü tarafların çok büyük oranda arzu ettikleri bir şeydir. Avrupalılar ABD’nin İran’la nükleer konuda yapılan görüşmelere doğrudan katılmasını istemiş ama Washington’un bu konudaki direncini aşamamışlardır. Ayrıca İran’la konuşmak onun bütün taleplerini kabul etmek anlamına gelmemektedir. Raporda Orta Doğu’da demokratikleşmeden neredeyse hiç bahsetmemesi muhafazakâr Sünni rejimleri memnun ederken özellikle İran’la diyalog önerisi onları tedirgin etmiştir. ABD’nin Irak’ı İran’a bırakacağı korkusu Suudi Arabistan’ı Sünni direnişçilere yardım edebileceği uyarısı yapmaya sevk etmiştir.
[29] İran’a hem Irak’ı vermek hem de onun nükleer güç sahibi olmasına göz yummak düşünülemez. Eğer İran’ın petrolüne, bölgedeki diğer Şiiler ve radikal gruplar üzerinden biriktirdiği kartlara, uzun devlet geleneğine, kurnazlığına, cesaretine, sınır aşan ideolojisine, yükselen milliyetçiliğine, genç nüfusuna ve coğrafi konumuna bir de nükleer silahları eklerse bir tür bölgesel süper güç olacaktır. Ama bu durum arzu edilebilir, kabul edilebilir ya da kaçınılmaz değildir. Bir kere neredeyse matematiksel bir kesinlikle iddia edilebilir ki, İsrail böyle bir gelişmeye izin vermeyecektir.
[30] Kenneth M. Pollack, “Don't Count on Iran to Pick Up the Pieces”, New York Times, 8 Aralık 2006.
[31] “Interview With Condoleezza Rice”, Washington Post, 15 Aralık 2006.
[32] Ayrıca diyaloğa karşı çıkan bazı gruplara göre Irak’taki olaylar o boyutlara varmıştır ki, artık İran ABD’ye yardım etmek istese bile olayların dinamiğini tersine çevirmek mümkün olmayabilir. Ancak bunu savunanların genellikle, bir yandan da ABD’nin Irak’ta kalmaya devam etmesi gerektiğini ifade etmesi ilginç bir tezat oluşturmaktadır: Eğer İran’ın yardımı bile etkili olmayacaksa o halde ABD Irak’ta kimsenin yardımını almadan kalsa ne fark edecektir?
[33] Itamar Rabinovich, “Courting Syria”, Ha’aretz, 29 Kasım 2006.
[34] Tersi bir görüşe göre, Suriye ılımlı Sünni bloğunun ancak alelade bir üyesi haline gelebilir. Halbuki, İran ve diğer radikal gruplarla aynı safta olduğunda etkisi artmaktadır. Ayrıca Sünni blokla aynı safta yer alırsa, rejim bir süre sonra bu grubun etkisiyle içeriden yıpranabilir.
[35] Helene Cooper, “The Capital Awaits a Masterstroke on Iraq”, New York Times, 17 Aralık 2006, Laura Rozen, “Unleash the Shiites? The U.S. may be forced to choose sides in Iraq's civil strife”, Los Angeles Times, 16 Kasım 2006.
[36] Yasemin Çongar, “ABD'nin Irak'ta Çıkış Arayışı”, Milliyet, 18 Aralık 2006; Ruşen Çakır, “Türkiye Önde Gelen Sünni Bir Ülke” midir?”, Vatan, 11 Aralık 2006. Bu konuda çok fazla “alıngan” olmak doğru olmayabilir. İran ve Suriye, Orta Doğu siyasetinde büyük tecrübeler kazanmışken, Türkiye bu tehlikeli ve heyecan verici alana daha yeni yeni girmektedir. Irak’ta özellikle İran’ın Türkiye’ye göre daha fazla “karta sahip olması” doğal karşılanmalıdır. Bunun nedenleri arasında İran’ın Irak’la olan sınırının uzunluğu ve geçirgenliği, Irak’taki Şii nüfusunun büyüklüğü ve gücü, İran devletinin örtülü operasyonlarda becerikli olması, , Irak’tan uzun süre tehdit algılamış olması, ABD’ye karşı daha fazla koz edinme ihtiyacı, Türkiye’nin müttefiki olduğu ABD’nin “canını sıkacak adımlar atmasının” psikolojik zorluğu, İran’ın Irak’taki üç büyük grupla da sınırdaş olması gibi nedenler sayılabilir. Ayrıca Türkiye Irak’ta problemler yaratan bir ülke olmadığı için şimdi atacağı adımlarla bu problemleri geri çevirme durumu da olmayan bir ülkedir. Türkiye, 1 Mart Tezkeresi olayını saymazsak, Irak konusunda elinde imkan olduğu halde ABD’ye problem çıkarmamayı tercih ettiği için “uslu duruş”una binaen raporda daha az yer bulmuştur.
[37] Türkiye’nin Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı girişebileceği bir harekâtın siyasi ve askerî bir analizi için bkz. Şanlı Bahadır Koç, “Türk-Amerikan İlişkilerinde ‘İkinci Bahar’ mı, ‘Sonun Başlangıcı’ mı?”, Stratejik Analiz, Haziran 2006ss. 23-27..
[38] Baker Komisyonu üyesi olan ve 2004’te Brzezinski ile beraber eş başkanlığını yaptıkları bir CFR raporunda İran’la görüşülmesi gerektiğini savunan Robert Gates’in Savunma Bakanlığı’na getirilmesi, Grubun raporunun Yönetim üzerinde etkili olacağı beklentisi yaratmıştı. Zbigniew Brzezinski ve Robert M. Gates, Iran:Time for a New Approach, Council on Foreign Relations Press, Temmuz 2004.